Hayat sürdüğümüz, yaşamak için türlü uğraşlar verdiğimiz bu dünyanın dışında dertlerin, tasaların, kederlerin bulunmadığı; tüm insanların dört dörtlük olduğu, şaşalı, lüks ve konforlu hayatlarla dolu pespembe bir ütopyadır; sosyal medya. 

İnsanlar kurduğu ütopik dünyasında; gerçek kimliklerini gizleyerek, oluşturduğu sahte imajlar ile yaşarlar. Sosyal medya; bizlere toplumun ve çevrenin sunamadığı imkânları, saygıyı ve itibarı sunar. Olmak istediğimiz ama olamadığımız kimliklere bürünme imkânı verir. Kusurlu, eksik, zayıf gerçek kimliklerimizi; kusursuz, güçlü, ulaşılmaz mertebede sahte imajlar ile değiştirir mutlu olmaya çalışırız. Naçizane; kendimizi bu hayal dünyaya kaptırır, büyük insanlar olmanın keyfini çıkarırız. Sosyal medya, fakirlere zengin; çirkinlere güzel; kötülere iyi; zayıflara güçlü olma imkânı sunar. Bu durumun geçici olduğunu idrâk etmeli, hakikat meşalesinin, gerçek dünyaya ışık olmasını gaye edinmeliyiz. 

O aradığımız samimiyetin dâhi samimiyetsizleştiği, herkesin önce kendini ön plana çıkarmak gibi bir gayeyi öncelik bulduğu ve değerlerimizi yitirmek pahasına çirkinleştiği, gökyüzü tutulmalarıyla birlikte iyice ayyuka çıkan "insanlığın akıl tutulmasına" şahit olduğumuz platformlar eminim benim gibi birçok insanların kanayan yarasıdır.
     
Günümüzde ilginç bir şekilde köleliğin kaldırıldığını, kalktığını düşünen insanlar olmuştur. Bu insanlar ki ya dünyadan bihaberler ya da medyanın düşürdüğü çukurda kalmaktan memnun haberi yokmuş gibi görmezden gelmiştir. 
İnsanlar yaşamaya devam ettiği sürece kölelik mutlaka olacaktır. Çünkü her daim biri diğerinden üstün olacak ve olmak için de yeni bir kimliğe bürünecektir.  Egosunu tatmin etmek için birilerini kendine muhtaç edecektir. (!) Bu  her daim böyledir. Ve her daim insanlar istemese bile bir şeyleri yapma mecburiyetinde kalacaktır. 
İnsanlar beğenilmenin kölesidir. Sosyal medya onun tasmasıdır. Sürükler, bitmeyen bir güruhun esiri eder. İnsanlar beni görsün bilsin tanısın beğensin ister. Fenomenlik, ünlü olmak gibi zâhir köleliğin altında kaybolur, gider. Telefonu elinden bırakamaz. Adeta bir pranga gibi sarıp sarmalar onu. Gözünü boyar bu pembe dünya. Dalar kendi kurduğu dünyasına... Hakkı, hakikati yitirir bu yolculukta. 

Onaylanmak, takdir görmek, fark edilmek, övülmek, beğenilmek her yaş grubundan insanın ihtiyacıdır. Var olduğunun, yaşadığının, fark edildiğinin ve önemsendiğinin, itibar gördüğünün kanıtı niteliğindedir. Yeni bir şey öğrendiğimizde paylaşmak için, yeni bir kıyafet giydiğimizde, saçımızı farklı yaptığımızda, yeni bir kitap okumaya başladığımızda, lüks restoranlarda yemek yediğimizi göstermek; çevremizdekilerin de bizim gibi gözleri parlasın, içten bir şekilde tebessüm etsinler isteriz. Fakat, son yıllarda İnternet ağının gelişmesiyle "beğenilme, takdir edilme" arzusu da evrime uğradı. Sosyal medyada beğeni çılgınlığı başladı. İnanmadığı hâlde, daha fazla beğeni almak uğruna paylaşılan aslı astarı olmayan fikirler, aykırı giyim tarzları, şatafatlı fotoğraflar, popüler yerlere sırf sosyal medya için gidip görüntü paylaşma arzusu insanları bir katalog haline getirmeye devam ediyor. Birbirinin benzeri pozlar, alıntı cümleler, dikkat çekme çabası, en ilkel arzularımızı, tıpkı birlerine üstünlük sağlamak için gövde gösterisi yapma ihtiyacı hisseden hayvan dostlarımızla ortak yanlarımızı açığa çıkarmaya devam ediyor. Bununla yetinmeyip evini, ailesini, eşini, yatak odasını; en nadide unsurlarını, mahremiyetini gösteriş ve hırs kavramlarının altında çiğnediler. 
Mahremiyet kavramımızı, kalemizi yıktılar. 
Utanmadan, sıkılmadan, rahat tavırlarıyla...

Bu güruhun esiri olmak beni bi’ hayli korkutuyor. Bu güruhun izleyicisi olmak da... 

Mahremiyet; mahrumiyet değil hürriyettir, yıkılmaz kaledir. Mutluluğun yegâne ilkesidir. Kıymetli, kalemiz yıkılmaması dileğimle...